nuriyekilinc
Sunday, January 13, 2013
Saturday, December 8, 2012
Sunday, November 25, 2012
Thursday, May 10, 2012
Wednesday, April 20, 2011
6. Kat- Cankaya
Sabaha karsi 6. katta les gibi kokan pacavrayi bagladiklarinda kadina karanligin umarsiz boslugunu ve savunmasizligini yasatacaklarini sandilar kendilerince.Karanliksa eli goz yerine kullanmayi ogretti kadina. Kadin kirpi gibi buzuldu, buzuldu tortop oldu siranin ustunde. Kirpiyken kirpilerin sesini duymak zor olmadi o karanlik icinde. Kirpilerle bir arada oldugunu ve elinde bir Seiko marka bir saat tuttugunu fark ettiginde o mekanin isiginin kendisine olum getirecegini iyi biliyordu kadin ve SIKTIKca SIKIyordu bandini. Bant onundu gordurmuyordu ,gorulmeyi engelliyordu. Dostlugunu kazanmaliydi onun, en azindan o mekandan acinin kaynagindan, bedenlerin parcalandigi o yerden sapasaglam cikabilmesi icin. Bant savunmaydi, bant gorulmemeyi sagliyordu cift tarafli.
Nuriye Kilinc
1998-Malatya
Yitirdigim
Oglen eve geldigimde yagda pismis yumurta yemek istiyordum sadece. Koy evinin o gune kadar gorulmemis kalabalik bahcesinde yesil sandikli ninemin son izide yok olmustu. Yesil sandigiyla beraber oglunu da goturmustu. Kapilari ince uzun salona acilan yapim tarihi 1968 olarak betona yazilan ev gercegin disina cikmaya baslamisti beni aglama agaci yapmaya basladiklarinda. Ben aglamismiydim? Gidip koy meydanindaki tabutun kapagini actigimda onu gormustum. Amcamlarin kardesi , ablalarimin babasi benimse yitirdigimdi. Gercek degilim ben. Gercekligimi tabutun kapagini kapattiklarinda yitirdim. Uzulmedim , sormadim, ogrenmedim onun onceki varligi ile ilgili hicbir seyi. Bilmedim, bilemedim, bilemezdim, bilebilmemide saglayamazlardi.
Nuriye Kilinc
95- Malatya
Tortu
Masalar, sandalyeler, pencereler, firinlar, buzdolaplari, anneler, babalar, sevgililer, cocuklar, sohpetler, ic SIKIntilar, huzunler, ufak tartismalar, buyuk kavgalar, bayram telaslari, sogutulmus butun sebzeler, bircok butunun parcalarindan olusturulmus baska butunler, kucuk mutluluklar, yasam sevincleri, igne basi yikimlar, yok oluslar. Yasamin durdurulamaz zamaninda cogu kez hic farkina varamadigimiz varmaya zaman bulamadigimiz seyler. Hepsi olup bitiyor, gelip geciyor kendi sessizliginde gerilerinde farkedilmeyen tortularini birakarak.
Nuriye Kilinc
1998- Malatya
Masa
Kolalanmis beyaz ortulu, kanevice ortulu, fabrika yapimi ortulu, ortusuz, mermerden, demirden, ahsaptan yapilan dort ayakli, uc ayakli, ustunde yemek yenilen anneye, babaya , sevgiliye mektup yazilan, okul odevlerinin yukunu tasiyan, yanina usulca ilistigimiz, etrafina siralanmis sandalyelere pat diye oturdugumuz, buyuk, kucuk, kare , dikdortgen, yuvarlak masalar.
Nuriye Kilinc
98-Malatya
Pencere
Pencere, evin disla, disin ev iciyle merhabalastigi dolaysiz tek olanakti. Kapaliydi ve beyaz bir ortu inmisti ama istendiginde disi iceriden alikoymaya gucu yetmiyordu. Icerdekinin gorupte algilayamadigi disardaki devinimi izleyebilmesi icin kac kez yaslanilmisti pervazina. Gokyuzunden baska hicbir yerin gorulmedigi mekanda kac kez camina baslar konup o kivrimli bulutlar izlenildi ruyalar renkli olsun diye.
Nuriye Kilinc
1998- Malatya
Saturday, March 19, 2011
Yuz- Face
Yuzum
kanli bir kayit
gunlerin sayfasina.
Ahmet Oktay, Gosteri 1993 say: 151 syf: 23
Her gun onunden gectigim yikintilar gibiydi O. Bitirilmemis veya tuketilmeye gerek duyulmamis. Hem vardi, hem de yoktu. Vardi; cunku tuketilemiyordu, el degdirtmiyordu kendine. Yoktu; cunku, var edilememisti.
Derin yariklarla parcalanmis govdesi oradaydi ve bir baska govdenin, bir yuzun onu donusturmesini bekliyordu. Butun hoyratligini, yuze verdi yuz ve donustu o zorunlu mekana. Icinde yabanilligini ve kederini sakliyarak. Artik O kapidan girilip pencereden bakilan bir mekandi. Yuzunu veriyordu o yuzlere var etmiyordu kendinden baska yuzleri.
Bantlarin arasindan giren isik bir tek sandalyede kaliyordu uzun sure ve yuzunu kanli kayit gunlerin sayfasina yazdirmis O yuzu goturuyordu tarihe ve O vardi. Sadece O. Butun agirligiyla duruyordu, hic bir yere gidemiyordu. Gecmisti O, yasanmislikti O, dunu bugune tasiyan andi O. Var etmeliydi onu, dokunmali ve dokundukca kendini tanimaliydi yuz. Yuz yuzlerle karsilastikca donustu gecmis bugune. Bu gunlerde aradi o yuzleri baska yuzler burdu karsisinda. O da donusmustu artik o mekan gibi, icinde kederini tasiyarak. Siyahla basladi once, bicimi bozuluyordu her yaptiginin. Nasil olur dedi dort ayagi ve bir oturma yeri olan bir bicimi nasil boyle cizerim. Icinde aciyi tasiyan bicimin boyle cizilecegini cok sonra anladi. Cunku O kendini ciziyordu sandalyede. Diger yuzleri bulamayinca var etti yuzunu her tuvalinde. Var edecekti onlari, kendi yuzunde, ta ki baska yuze donusturene kadar KENDI YUZUNU.
Her suret
kendinden agir!
katmerli
ve siyah dusler acar
kalbin ici
Baktigim katran
kederli;
ictigim su
bir akrep titremesi
kul
sadece kul
tum zaferlerin sonrasinda.
Yuzum
kanli bir kayit
gunlerin sayfasina.
Ahmet Oktay
Nuriye Kilinc- Malatya-1996
Tuesday, January 4, 2011
Monday, December 20, 2010
Wednesday, December 15, 2010
Sunday, December 12, 2010
Saturday, December 4, 2010
Sunday, November 28, 2010
Saturday, November 6, 2010
MEKTUP
Yaniyor agac diyor biri. Bakiyoruz hani nerede diyorum.Gormuyorumki. Nasil yanar gorunmeden diye dusunuyorum. Ama agac yaniyor, yaniyor….Gidiyoruz yanina . Yoksa gitmiyormuyuz.Kabuklarini hissediyorum sadece ellerim geliyor aklima.Nasilda birbirlerine benziyorlar diyorum. Goremedigim yangini ellerimle hissetmeyi deniyorum. Dokunuyorum ona gozlerim bagli. Ellerim gozlerim oluyor artik.Izin yokki gozlerimle gormeme.En tanidik parcanin goz banti oldugunu anliyorum.Burnuna, cenesine, dudaklarina dokunuyorum.Cenesi yuvarlakmis diyorum, dudaklarida catlamis.banttan geri kalan yer burun diyorum.Kendi burnumu elliyorum oyle bir iz varki burnumda hep oyle kalacak gibi geliyor o anda bana.O zaman onda da vardir diyor icimdeki ben bana. Sonra saclari upuzun,bazen dalgali bazen olabildigince dimdik saclar pekte yabanci gelmiyor bana.Zamanin durdugu zamanlar kolumda yatmiyormuydu bende baskasinin.Tesbihbocekleri gibi arka arkaya.Ben ondan daha buyugum diyorum Su kucugun soz buyugun misali ona su veriyorlar bana soz. Taniyorum artik onu. Bant ta engelleyemedi diyorum.Anliyorum o gun teshbih bocekleri ile hamam bocekleri arasindaki farki.TANIYORUM ARTIK ONU.Yine basladim yayimi cizmeye.Oyle bir yay ki bazen dunyayi sigdiriyorum onun icine bazende sigdirabildigim hic bir seyi.Iste ihlamur agaci yine karsimda duruyor. Kokuyor,kokuyor, kokuyor…
Nuriye Kilinc,1992-Malatya
ABOUT MYSELF
If I could write a poem, I would want to talk about the shape of my feet while sitting on a chair for week, night and day. And how my feet would look like a big piece of flesh when I got up to go washroom or how the chair would lose its form and totally different obsession after many hours of sitting on it. I am holding someone’s belt to get down the stairs, 1-2-3-4-5, and turn right and there is toilet and goes in and there is the light let your eyes free of the black fabric. If I could write a poem, I would tell the story of the young girl beside me who feels the same torture and suffer and I wouldn’t need my eyes because I could recognize her with my hands. I do not know where she is right now; I do not know if she is happy. Maybe she is using words to tell our story. On the other hand, I chose big canvases to tell the endless sorrow I feel. I usually became black fabric and black canvas; the belt became the arrow that showed me the way. I always talk about myself because it’s me that I know best. Chair. Black fabric. Arrow. Dough and a room. Millions of people in the room and I am one of them.
Nuriye Kilinc, 2005- Toronto
Subscribe to:
Posts (Atom)